12 Temmuz 2008 Cumartesi

Keyifli bir hobi


Tek hobim Moskova'yı keşfetmek ya da resim yapmak ya da yazmak ya da takı yapmak değil. Aslına bakarsanız bana günde 24 saat, haftada 7 gün yetmiyor desem yalan olmaz. Pek çok şey yapmayı seviyorum ve işte bunlardan birisi de kanaviçe ve goblen. Ama asla etamin değil :/

Üstteki resimde gördüğünüz yaklaşık 1 ay önce bitirmiş olduğum kanaviçem. Bu ne diye sormayın her gören önce bir soruyor çünkü... Bu tek taraftan ışık alan bir kadın slüeti. Çerçevesini de yaptım asılmayı bekliyor. Aşağıda gördüğünüz de henüz yeni başladığım kanaviçemin bitmiş hali. Tabi bu kapak resmi, benimki bitince onu da buraya koyarım :)

Bu kanaviçeler burada hazır paket olarak satılıyorlar. Kumaşları, iplikleri, paftası ve hatta iğnesi bile içinde. Yukardaki nü'nün yapılma aşaması 2.5 ay kadar sürdü. Ama dediğim gibi yapacak o kadar çok şey var ki belki sırf bununla ilgilensem daha çabuk biterdi ;)

11 Temmuz 2008 Cuma

Hancock

İşte merakla beklediğim eğlencelik bir film :) Hareketli ve eğlenceli bu filmin yönetmenliğini, Peter Berg yapmış ve başrollerini Jason Bateman, Will Smith ve Charlize Theron paylaşıyorlar. Will Smith'in olması bile yeterli aslında benim için ;) Hancock aslında başkalarının ne düşündüğünü umursayan birisi değildir. Halkla ilişkiler uzmanı Ray Embrey’in (Jason Bateman) hayatını kurtardıktan sonra alaycı süper kahraman, kendisinin de zayıf bir tarafının olabileceğini fark etmeye başlar. Hancock’un bugüne kadar karşılatığı en büyük sorun, bu yönüyle yüzleşmek olacaktır. Ayrıca, bu da Ray’in karısı Mary’nin (Charlize Theron), onun işe yaramazın teki olduğu konusundaki ısrarını kırmak için bir fırsattır. Buyrun bu da fragmanı, iyi seyirler :)

Kurskaya


Kurskaya metro istasyonu - Moskova

World Press Photo 2008 Moskova'da

Merkezi Hollanda’da bulunan bağımsız basın fotoğrafçılığı organizasyonu World-Press Photo tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen “World Press Photo” ödülleri Sergisini görebilmek için son 3 gün. Dünyanın en çok ilgi çeken ve izlenen fotoğraf sergilerinden biri olan sergide, Şubat ayında Amsterdam’da 51. defa gerçekleştirilen, dünya foto muhabirlerinin mücadele ettiği en önemli yarışmanın kazanlarının fotoğraflarını görebilirsiniz. Güncel sanatlar merkezi “Vinzavod” da gerçekleşen sergi 14 Temmuz’a kadar açık.

1955 yılında kurulan ve Hollanda’da faaliyet gösteren bağımsız basın fotoğrafı platformu World Press Photo, her yıl düzenlediği yarışma sonrasında bir sergi ve katalog oluşturuyor. World Press, kamuoyunun basın fotoğrafçılığına ilgisini artırmayı ve özgür bilgi alışverişini yaygınlaştırmayı amaçlıyor. Sergideki eserler, yalnızca geçen yılın en iyi basın fotoğraflarını sergilemekle kalmayıp, aynı zamanda önemli bir tarihi doküman olarak da kayıtlara geçiyor. World Prees Photo ayrıca, değişik ülkelerde seminer ve paneller düzenleyerek, basın fotoğrafçılığının profesyonelleşmesinde rol oynuyor.


Bu yıl da sergide 200 fotoğraf seyircinin ilgisine sunuluyor. Bunların içinde eski Rusya Başkanı Viladimir Putin’in de portresi olan çalışmalardan bir diğeri de Rus foto muhabiri Viladimir Vyatkin’e ait. Vyatkin’in ödül kazanan eseri, 100 yaşındaki kareograf Mosiev ve eşine ait. Ayrıca sergide ünlü fotoğrafçılar arasında yer alan, Panos Pictures’dan İngiliz Tim Hetherington, Danimarka’dan Eric Refner, Agence Vu’dan Hollandalı Pieter ten Hoopen ve İngiliz Platon’un fotoğrafları görülebilir.


Sergiye gidemeyecekler ya da önden fikir sahibi olmak isteyenler için işte bazıları. Aşağıdaki önlüklü kızların fotoğrafı Türkiye'den. İngiliz fotoğrafçı Vanessa Winship tarafından çekilmiş ve hikayeler-portreler dalında 1.lik almış. Putin'in fotoğrafı ise, yine İngiliz bir fotoğrafçı olan Platon tarafından çekilmiş. Yine portreler kategorisinde birincilik almış.




Tarih: 14 Temmuz son gün


Yer: Vinzavod


Adres: 4. Sıromyatniçeskiy Pereulok, d.1, str.6


Metro: Kurskaya, Çkalovskaya


Çalışma saatleri: Hafta içi her gün 12:00-20:00


Telefon: 917-46-46

Bekleyiş...


Hayat zaten hep birşeyleri beklerken geçmiyor mu?

Günün özeti...

Bugün hiç bitmeyecek sandım aslında... Sabah daça koşuşturmacası ile başlayıp akşam 22:30 sularında maç ve temiz hava muhabbeti ile bitiverdi. Ama ne gündü? Kim demiş Moskova'da bir güne fazla iş sığmaz diye :) İşte örneği: Sabah kızımı sınıf arkadaşının daçasına götürdüm, hazır yeri gelmişken...DaÇa istiyoruuuuuuum... Harikaydı harika olmasına ama gitmesi bir dert, dönmesi daha büyük bir dert... Saat 11'de çıktım evden ve şehir merkezine vardığımda saat 14:00 idi... Ama değdi çünkü temiz havada güzel bir gün geçirmiş kuzucum benim...

Ardından Merail ile buluşmadan önce, CanavaruSarpus'umu arkadaşına bıraktım... Yani çocuklar bugün beni ektiler :) Neyse ki Merail vardı. Arbattaki bir aşağı bir yukarı yürüyüş ve muhabbetin arasında saatin nasıl geçtiğini bile anlayamamışız :) Arbatı altüst etmişler bu arada, kaldırım taşları değişiyor. Bu işi niye en turistik döneme denk getirirler onu anlamış değilim ya...neyse...

KafeHose'daki sohbetimizin ardından (burada değinmeden geçemeyeceğim... KafeHouseların kendine bir çeki düzen vermesi lazım, hem salata küçük ve kötüydü hem de mohitonun naneleri artık çürümeye başlamış değil, resmen çürümüştü !!!) Arbattaki keyifli yürüyüş başladı. Önce benim çok sevdiğim bir mağaza var oraya girdik. İlginç dizaynlarda kıyafet ve aksesuarların olduğu bir yer. Kumaşları pek beğenmesek de modeller fena değildi.. Tabi ben yine oradaki değişik tasarımlı broşlara takıldım ve baktım indirime de girmiş, Merail'in sen bunu yaparsın uyarılarına rağmen şu an ikisi de bilgisayar masamda durmaktalar :) Aynı yerden aldığım kelebekli sevimli fincanım gibi :) Fincan kolleksiyonuma bir yeni üye katıldı anlayacağınız ;)





Ardından Arbat'ın vazgeçilmezi olan ketenciye girdik. Aklım fena halde keten masa örtülerinde kaldı, sanırım Türkiye dönüşü o örtülerin bir ifadesini alacağım ama öncesinde bu hafta sonu gidip mutfak önlüklerinden almaya karar verdim. Malum Türkiye'ye giderken hediye telaşı sarıyor insanı...

Derken bir de baktım ki zaman bitmiş, çocukları almışım, eşimle birlikte maçın yolunu tutmuşuz. Çok da iyi yapmışız hava mükemmeldi. Zaten önümüzdeki haftadan itibaren sıcak olacakmış. Olur tabi ben gidiyorum ya :/


Akşam eve dönüğümde yürümekten ve fazla oksijenden sanırım leyla gibi olmuştum. Ama uzun güzel bir gün de bitiyor işte... darısı diğer günlerin başına ;)

10 Temmuz 2008 Perşembe

Moskova'dan Türkiye'ye ne gider?


Moskova’da turist sezonu açıldı ve birçok ülkeden olduğu gibi Türkiye’den de gelen turları sıkça turistik mekanlarda görmek mümkün. Müzeler, galeriler, tarihi yapılar, nehir, parklar-bahçeler, malum Moskova’da gezilebilecek sayısız yer var. Moskova’nın bir diğer özelliği ise, buradan alınabilecek çok sayıda hediyeliğin de bulunması. Siz de Moskova dönüşü eşinize, dostunuza hediye götürmeyi düşünüyorsanız, işte size hediyelik alternatifleri... Zevkinize uygun olanları seçerken onlar hakkında da biraz bilgi edinin.

Votka ve Havyar: votkanın burada pek çok çeşidini bulmak mümkün. Özellikle limonlu-biberli, ballı-biberli en çok ilgi çekenlerden. Genelde blini (Rus krebi) ile servis edilen havyar ile votka geleneksel bir tad olarak tercih edilebilir. Semaver: çok küçükten çok büyüğe, çeşitli boylarda üretilen semaver akşamüstü çay keyfi için Ruslar’ın vazgeçemediği şeylerden birisi. Şekil ve renkleri itibarıyla birer sanat eseri olan bu semaverlerin Rusya’dan çıkarılabilmesi için özel izin gerekmektedir.

Yarı değerli taşlar: kehribar başta olmak üzere, malahit, yeşim taşı, inci, Ural mermerleri gibi pek çok yarı değerli taştan yapılmış aksesuarlar Moskova’da bulabileceğiniz hediyelikler arasında. Taşın kalitesi ve işçiliğine göre farklı fiyatlarda olan bu taşlara hemen hemen her hediyelik mağaza dükkanında rastlamanız mümkün.
Ahşap oyuncaklar: Bogorodski olarak adlandırılan bu nostaljik oyuncaklar elle şekillendirilmiş ağaçtan oluşmaktadır. Ham ağaç renginde olanları veya renklendirilmiş olanları mevcuttur. Özellikle ayı figürü Ruslar için ön plandadır.
Matruşka bebekler: iç içe geçen bu ahşap boyama bebekler Rusya’nın en ünlü hediyelikleridir. Tarihi geçmişleri net olarak bilinmemekle beraber pek çok değişik hikayesi vardır. Moskova’dan giderken en çok alınan hediyelik de yine bu bebeklerdir. Şimdilerde çok değişik dsenlerde boyanan matruşkaların üzerlerinde devlet başkanlarını ya da çizgi film kahramanlarını, film yıldızlarını bile görmek mümkün.
Satranç takımları: satranç Rusya’da çok önem verilen ve sevilen bir spordur. Her çocuk küçük yaştan itibaren satranç öğrenir ve oynar. Bunun yanısıra buradaki satranç takımları da bir o kadar sanat eseri niteliğindedir. Ahşap, mermer ve malahit de dahil pek çok taştan yapılan bu takımlar biraz pahalı olmakla birlikte şık bir görünüme sahiptirler. Özellikle kurşun asker şeklinde veya klasik Rus matruşkaları şeklinde piyonları olan satranç takımları çok ilgi çeker.
Lake el sanatları: çeşitli boylarda kaseler, bardaklar, kaşıklar, tepsiler ve benzeri pek çok ahşap hediyeliklerdir. Kırmızı-siyah-altın sarısı renklerindedir ve üzerlerinde çoğunlukla çiçek motifleri bulunur. Çok pahalı olmayan bu hediyelikleri şehirde pek çok yerde bulmak mümkün.
Palekh kutular (vernikli minyatürler): yine lake tekniği ile yapılırlar ancak zemin kartonpatdır. Ancak elinize aldığınızda ahşap sanırsınız. Üzerlerine çok güzel minyatür resimler boyanmıştır. Bu resimler genelde bir masaldan alıntıdır ya da ünlü kişilerin portleridir. Aynı zamanda dini temalı olanları da vardır. Özellikle sedefle karışık olanlar ilgiçeker. Ünlü Rus ressam Ayvazovski’nin resimlerinin yapıldığı kutular ayrıca bir güzellik taşırlar. Pahalıdırlar ancak tam anlamıyla birer sanat eseridirler.
Rus Şalı: renkleri ve desenleri ile bu yün şallar hem kışın soğukta çok güzel ısıtıyor hem de güzel bir aksesuar olarak kıyafetleri tamamlıyor. Satın alırken mutlaka satıcıya üzerindeki deseni sorun çünkü bu şalların hepsinin desenlerinin bir adı ve anlamı var.
Gijel seramiği: mavi beyaz çiçek desenli seramikler Rusya’nın matruşkadan sonra en çok alınan hediyelikleri arasında. Tabak, ve fincan takımlarının yanısıra çeşitli biblolar ve süs eşyaları da bu seramikler arasındaki yerini alıyor.

Sovyet dönemi anı eşyaları: Eski eşyaların ruhu vardır diyenler için bu eşyalar birebir. Sovyet döneminden kalmış fotoğraflardan paralara, saatlerden cam eşyalara, plaklardan posterlere aklınıza gelebilecek her tür şeyi bulmanız mümkün. Ancak alırken mutlaka kaç senelik olduğunu sorun çok eski olanların iziniz çıkarılması yasak. 50 yıl üzeri olan çok kıymetli eserlerin ise çıkarılması kesinlikle yasak. Bu eşyalar arasında askeri malzemeler de oldukça dikkat çekici.

Bu hediyelikleri nereden alabileceğinizi düşünüyorsanız işte size iki adres:

Arbatskaya Lavitsa: Şehrin merkezindeki ünlü Arbat sokağında yer alan bu mağaza aynı zamanda devlete ait olduğu için pek çok yere göre fiyat olarak uygundur.

Vernisaj: Şehir merkezine uzak olmakla beraber, yanındaki ahşap Kremlin ve Vodka müzesi ile birlikte soğan kubbeli ilginç bir ahşap yapıya sahiptir. Sadece alışveriş değil bu yapıyı görmek için bile buraya gidilebilir.

Gecenin büyüsü...








Eyfel Kulesi-Paris 2007

9 Temmuz 2008 Çarşamba

8 Temmuz 2008 Salı

Zafer parkında mezuniyet sevinci


Bu fotoğrafı 2 yıl önce "Zafer Parkı-Park Pabedı"da çekmiştim. Bu yıl mezuniyet dönemi hiç gitmedim ama farklı bir manzara olacağını sanmıyorum. Bu dönem lise ve üniversiteden mezun olan tüm gençler başta kızıl meydan ve zafer parkı olmak üzere pek çok parka hücum ediyorlar. Tabi bu ya mezuniyet eğlencesinden hemen önce ya da hemen sonra olduğu için ilginç bir görünüm ortaya çıkıyor. Kızlar balo kıyafetleri, erkekler smokin veya takımları ile zafer parkında dolanırken insan kendini birden rönesans döneminde gibi hissediyor... güzel bir duygu :)

Kalabalık

Tsaritsino parkı-2007

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Bugün avangart ustanın doğum günüydü


Marc Chagall resim eğitimi aldığım yıllar boyunca ve ardından hayran olduğum ve Moskova’ya yerleştikten sonra da çeşitli sergilerde orjinal eserlerini görmekten heyecanlandığım nadir ressamlardan birisidir. 97 yıllık hayatı içine pek çok güzelliği renk ve ışıkla birlikte alan bu avangart ressam bana “avangart resim” sanatını da sevdiren sanatçılar arasında ilk sıraya yerleşti. Moskova’ya yerleşinceye kadar Avangart’dan ziyade empresyonizme ilgi duyan ben buranın havasından mıdır, suyundan mıdır, Rusya’nın çok sayıda kaliteli avangart ressam yetiştirmiş olduğundan mıdır, ilgi alanımı bu resim akımına yönlendirdim, ister istemez...

İyi de etmişim doğrusu. Pek çok sayıda Rus avangard sanatçının yanında, Chagall’ın yeri her zmaan farklı olmuştur. Kullandığı renklerdeki canlılık ve parlaklık, kompozisyonlarındaki sıradışılık bana hep özgürlük hissi uayndırmıştır. Bir Rus olarak doğan fakat sonradan Fransız vatandaşlığına geçen ünlü ressamın kısaca hayat hikayesi ise şöyle;

1887 yılının Temmuz ayında Belarus’un Vitebsk şehrinde doğan bu yetenikli dahi, yahudi bir ailenin çocuğudur. 1906 yılından itibaren resim eğitimine başlayan Chagall, 1910 yılına kadar St.Petersburg’da, 1910 yılından itibaren de 1014 yılına kadar Paris’de yaşar ve bir yandan da eğitimine devam eder. ancak 1914 yılında doğduğu şehre geri dönen Chagall bir yıl sonra pek çok resmine konu olan Bella Rosenfeld ile evlenir. Çiftin İda adında bir de kızları olur ve ressam 1917 Rus ihtilalinde devrimcileri destekler. Ancak büyük bir heyecanla desteklediği Sovyet rejimi ressamın hoşuna gitmez, 1923 yılında yeniden Paris’in yolunu tutar, 1937 yılında ise Fransız vatandaşlığına geçer.

2. Dünya Savaşı başlayınca Nazilerden kaçan ünlü ressam bu defa da ABD yollarına düşer. 1944 yılında sevgili eşi ölür ve Chagall 1946’da savaşın ardından Avrupa’ya geri döner. 1952 yılında yeniden evlenen ressam 1985 yılında, 97 yaşında Fransa’da hayata gözlerini kapar.

Avangart bir sanat anlayışını benimseyen Marc Chagall’ın aslında eserlerini kesin çizgilerle bir akım altında sınıflandırmak çok da doğru olmaz. Fovizm ve Kübizm karışımı olarak nitelendirmek çok da yanlış olmaz sanırım. Eserlerinde ilk eşi ve Yahudi dininin temalarına sıkça rastlanır. Sadece resimleri değil, vitrayları da dünyanın çeşitli şehirlerinde sanatseverlerle paylaşılmaktadır. Sanatçının doğduğu şehir Vitebsk ve Fransa’nın Nice şehrinde Chagall’ın adını taşıyan birer müze bulunmaktadır.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Kolomenskaya Parkında Sonbahar



Kolemenskaya parkında sonbaharı bir kez olsun görmek lazım. Kırmızı, turuncu, yeşil ve kızıl yapraklar muhteşem bir manzaraya sebeb oluyor.
**********
Mevsim Sonbahar - Metro
Yaprakların
Döküldü önce
Rengin soldu ardından
Beni hiç
Düşünmeden sarıldın
Rüzgara gittin
Yağmurda yaşatmaz seni
Güneş de artık
Mevsim sonbahar
Gözlerinden anladım önce
Sonra sözlerinden
Hiç mi sevmedin
Hiç mi
Sevilmedin

Kimisi yağmur duasında, bizler burada...

Türkiye yana yana kavruldu. Ormanlar heba oldu, barajlar kurudu, herkes sıcaktan şikayetçi, su yok. Biz de burada balık olacağız yakında. Neden? Yağmurdan. Ben sıcak istiyorum, kavrulmak istiyorum, sandaletlerimi ve askılı kıyafetlerimi bugün ya yağarsa korkusu olmadan giymek istiyorum. En iyisi Türkiye’deki arkadaşlarıma hediye olarak bir parça yağmur bulutu, bir kavanoz da serin hava götüreyim. Görünen o ki onları matruşka ya da benzer hediyeliklerden daha mutlu edecek bu...

Bu yıl Moskova’nın gök kubbesi delindi. Yağmurları durdurabilene aşkolsun. Sabah kalkıyorum günlük, güneşlik mis gibi bir hava. Pencereleri usul usul açıyorum ki güneşin taze ışıkları salına salına girsin içeri. Öğlene doğru, bulutlar toplamaya başlıyor, öğleden sonra sanki tamamen farklı bir gün. Sanki sabah başka bir tarihte uyandım öğleden sonra başka bir tarih. Ya da sabah başka şehirde, öğleden sonra bambaşka bir şehirdeyim.

Yine de Moskova’nım diğer yanlarına nasıl alıştık, benimsediysek buna da alıştık sanırım. Hava sabah nasıl olursa olsun şemsiye ve ceketsiz çıkmanın bu şehirde hata olduğunu biliyoruz yani.. Ama insan memleketindeki susuzluğu, yangınları ve cayır cayır kavrulan şehirleri görünce bu ne haksızlıktır demekten de kendini alamıyor. Hani iki ülkeyinin hava durumunu toplayıp ikiye bölsek harika olacak gibi...

Havasal durumları bir kenara bırakırsak eğer, geçenlerde Cumartesi günleri bizim arka tarafta açılan pazara bir uğrayayım dedim. İki taraflı çadırlar kurulmuş, kıyafet, et, peynir, meyva, sebze toplasanız en fazla 20 stand karşılıklı dizilmiş. Peynir, kıyafet ve et standlarını direk es geçerekten toplasanız 10 tane etmeyecek sebze-meyva standlarına saldırıdm ama ne çare? Bütün standlarda hemen hemen aynı ürünler ve çoğu ya hormınlu ya da astronomik fiyatlarda. Yine de birkaç bağ (Türkiye’deki bağların onda biri kadar) ıspanak ve yarım kilo taze Ayşe Kadın fasulye bulmanın sevinci ile evin yolunu tuttuğumda, birden halime acımadan edemedim. Şimdi dedim içimden, Türkiye’de olsam, pazarda sayamayacağım standın içinden, sayamayacağım sayıda sebze ve meyvanın içinde, ne alacağımı şaşırırdım...

Neyse diyip, olana şükredip yolumuza devam edeceğiz. En azından burada yağmur var, kuraklık yok diye avunacağız ve sevgili ülkeme bol bol yağmur dileyeceğim içimden. Türkiye’deki tüm dostlara serin ve keyifli, bol sulu bir yaz, Moskova’daki tüm dostlara da bol güneşli, az yağmurlu bir yaz dileklerimle...

4 Temmuz 2008 Cuma

Çocuklar ve yansıma...

Göle taş atmak en eski oyundur insanlık tarihinde...


Yaza yeni geziler - Moskova

Moskova’nın parkları bahçeleri malum da artık aynı yerlere gitmekten aynı yerleri okumaktan sıkıldıysanız, sizi Moskova’da daha az bilinen mekanlara davet edelim. Bu parklar belki boyut olarak daha küçük olabilir, ya da içinde onlarca binayı müze olarak barındırmıyor olabilir ama hepsinin Rus tarihinde önemli yerleri olduğu bir gerçek. Üstelik bu mekanlar dünyaca ünlü sanatçılara ev sahipliği de yapmış. Puşkin, Blok, Aksakov, Vrubel gibi sanatçılara bu yerlerin doğal güzellikleri ilham vermiş. İşte sizlere bu yaz keşfedebileceğiniz üç yeni mekan:

Abramtsevo – Aмбрамцево

Abramtsevo’nun sadece küçük bir park içinde küçük, sevimli bir malikaneden oluştuğunu söylemek haksızlık olur, çünkü burada bunlardan çok daha fazlası var aslında. Burası Rusya’daki sanatların gelişimi ile yakından ilişkili bir mekandır. Malikane ilk olarak ünlü yazar Sergey Aksakov’a aitti ve genelde Nikolay Gogol, İvan Turgenov gibi ünlü yazarları ağırlardı. Gogol klasik romanı “Ölü Ruhlar”ın ilk halka okunmasını burada yaptı. Abramtsevo’nun ikinci kayde değer yaşantısı ise, buranın 1870’de sanat kolleksiyoncusu Savva Mamontov’un malikaneyi alması ile başlıyor. Mamontov buraya İlya Repin gibi büyük ressamları davet etmiş ve malikanenin arazisinde bulunan atölyeleri kullanmalarını sağlamış. Örneğin, burada Mikhail Vrubel Moskova’nın ünlü “Metropol Oteli”nin gözalıcı güzellikteki seramiklerini yapmış. Dış yüzeyde yer alan bu seramikler otelin en çarpıcı yönünü oluşturuyor. 20. yüzyılın başlarında da ünlü Rus yönetmen Konstantin Stanislavski burada, Rimski Korsakov’un Rus Foklorik temalerı üzerine drama ve operalar sahnelemiş. “Kar bakiresi” gibi. Ambramtsevo’da sahne setleri Victor Vasnetsov, Mikhail Vrubel gibi ünlü sanatçılarca dizayn edilmiş. Bahçede yer alan malikane, ortaçağ Rus oyma sanatının ruhunu ve stilini üstünde taşıyan ve Rus kğltürü hakkında pek çok bilgi sahibi olurken doğa yürüyüşünüzü geçirebileceğiniz güzel bir yer. Yine burada bulunan resimli seramikleri ile meşhur kiliseyi de kaçırmayın.
Abremtsevo Moskova’nın kuzeyinde, Kotkovo kasabasının yakınında.


Vyazemy malikanesi

Hafta sonu hava güneşli ve güzel. Siz de bu güzel havayı Ruslar için çok önemli bir kişi olan, dünyaca ünlü şair ve yazar Puşkin’in çocukluğunu geçirdiği malikaneyi görerek değerlendirebilirsiniz. “Aleksandr Puşkin bizim herşeyimizdir” Bütün Rus öğrenciler, öğretmenlerinden daha ilk sınıflardan itibaren bunu duyarlar. Ünlü şair Puşkin’in 6 Haziran’da doğum gününün de festivallerle kutlandığı Bolşiye Vyazemy, Moskova’ya çok da uzak olmayan, hem parkı hem de müzesi gezi için keyifli bir mekan. Zakarova ve Vyazemy adları ile iki ana malikaneye sahip park Puşkin’in çocukluk yıllarını geçirdiği, hayata başladığı yer.

Vyazemy malikanesi, Puşkinin akrabalarından Galitsin ailesine ait olup, bir park ve malikane kompleksidir. 16. yüzyılda yapılmış olan komplekse 19. yüzyıla kadar pekçok yeni eklentiler olmuş, kompleks zaman zaman yenilenmiş. Tecelli kilisesi, çan kulesi, güzel parklar, gölcükler ve malikanenin kendisi yenilenmiş olmalarına rağmen, Puşkin çocukken oradaydı hepsi. Burası daha çok, Puşkin’in şairane ana vatanı olarak adlandırılır ve puşkin burada Rusya’nın doğal güzelliği ile tanışmış. Burada ulusal müziği, peri masallarını ve en önemlisi de Rus dili ile tanışmış. Bu müze park, Adinsova reyonundan 30 km uzaklıkta.


Şahmatovo

“Şahmotovo’nın ana görevi, Moskova’ya cennetten bir parçayı yakıınlaştırabilmek” A.Blok
Yine bir hafta sonu geldi ve eğer bu hafta sonu Moskova’nın trafiğinden, stresinden uzak, yeşillikler içinde, kültürel bir gezi yapmak istiyorsanız bir seçeneğiniz de Aleksandr Blok’un evi olabilir. Şakmatovo’da yer alan malikane hem müzesi ile kültürel yönden, hem civarının güzelliği ile görsel açıdan sizi mutlu edebilecek bir yer. Ünlü şair ve oyun yazarı Blok’un burada nasıl bu kadar güzel şeyler yazdığını anlamak hiç de zor değil.

Solneçnorsk tarafından Moskova’ya 82 km uzaklıkta olan malikane aynı zamanda Senez gölüne ve kışın bir buzul göl haline gelen Bezdonneye’ye de oldukça yakındır. Büyük, geniş İtalyan pencereli malikanenein ana binası 19. yüzyılın başlarında inşa edilmiştir ve ünlü şair Aleksandr Blok, 1910 yılında kütüphanesi için binaya ek kanat yaptırmıştır. Pencereleri ve balkon terası ağaçlı bahçeye ve gölcüğe bakar. Burada edindiği doğa izlenimleri pek çok şiirinde kendisini göstermiştir. Bu evin Blok’un hayatındaki bir başka önemli yeri kaplaması da, şairin hayatının aşkını da burada bulmasından kaynaklanıyor. Şair malikaneye oldukça yakında oturan ünlü Rus bilim adamı Dimitri Mendeleyev’in kızı Lyubof Mendeleyev ile burada evlenir. İlk dönem şiirlerinde sık sık ondan bahsetmiştir. (Güzel Bir Kadın Hakkında Şiirler).Şahmatovo’ya kadar gitmişken yine yakınlarda bulunan, 1361 yılında Sergey Znadojenenski’nin çırağı Papaz Mefodi tarafından yapılmış olan Nikolayski Peşonski manastırı görmelisiniz.

3 Temmuz 2008 Perşembe

Objektifimden yansımalar / Metro

Moskova metrosuna hergün 8 milyon giriş yapılıyor...

Halloween / Myers'ın doğuşu


İlk izlediğim korku filmi Halloween değildi. Ama Halloween’ı ilk izlediğimde henüz 10 yaşındaydım yanılmıyorsam. Benim korku filmi tarzında izlemeye başladığım ilk seri film de bu olmuştur. O zamanlar çok korktuğumu hatırlıyorum. Her ne kadar zamanla korku filmlerine karşı bağışıklık kazansam ve artık bu türün bir tutkunu olsam da, on yaşındaki bir kız için gecenin bir saati izlemesi oldukça ürkütücü bir filmdi. Kim derdi ki bu filmin acımasız karakteri, iri yarı ve vahşi Michael Myers günün birinde altı yaşında karşıma çıkacak ve neredeyse ona üzüleceğim…Neredeyse…

Hemen hemen her çıkan iyi yapım korku filmini izlerim, hatta bunu bir tutku olarak da görebilirsiniz. Ama bu filmlerdeki, acımasız ve vahşi katillerin nasıl doğduğunu, yani doğmak darken nasıl böyle vahşileştiklerini merak etmişliğim yoktur. Aslında korku filmi bence, patlamış mısırınız ve soğuk içeceğiniz elinizde, ekranın karşısında dehşet sahnelerinde gözünü kapamadan izlemeye çalışırken deşarj olma ve belki bir parça da günlük yaşamın sorunlarından uzaklaşma sebebidir. Evet, ben de eski filmleri mumla arayanlardanım. Nedeni ise artık korku filmlerinin ya alışkanlık yarattığından ya da artık işlenecek çok da ilginç konu kalmadığından çok tahmin edilebilir olması. Bu nedenle belki de Halloween konusu ile beni çok cezbetti. Çünkü filmede farklı bir konu yakalama kaygısı yok, efektlerle ortalığı cehenneme çevirme ya da sırf insanların ağzı sonunda bir karış açık kalsın diye sürpriz yapalım kaygısı da yok. Sadece bir korku filminin sıradan tadı var. Bol kan, dehşet ve iri kıyım bir psikopat. Hazır sözü geçmişken, Michael Myres’ı oynayan Tyler Mane ise cüssesi ile bu karaktere tam oturmuş doğrusu. Daha sahnede boy gösterir göstermez, hiçbirşey yapmasa da insanı korkutacak cinsten bir tipi var…

Fimlimizin baş kahramanı –kahraman kelimesi tabi pek uymadı belki baş psikopatı demek lazım- Michael Myres daha altı yaşındadır. Zor bir çocukluk geçirmektedir. İlgisiz, sorumsuz ve bir o kadar da sinir bozucu çalışmayan baba, ailesini geçindirmeye çalışan bu sebeble de striptiz barlarda dans eden bir anne, kendini beğenmiş ve bir o kadar da kafayı sekse takmış bir abla ve bütün bunlardan habersiz, saf ve masum bir bebek kız kardeş, sürekli evde bağrış çağrış ve kavga arasında altı yaşında bir çocuk nasıl sağlıklı kalabilir ki? Elbette bu koşullarda yaşayan herkes psikopat olmuyor ama bu çocuk ilerde nasıl biri olacağının o yaşlardayken sinyalini vermeye başlıyor. Bilirsiniz ki Myres’ın en bilinen özelliği maskesidir ve o daha altı yaşında maskelere takıntı yapmış. Hayvanları öldürürken bile maskesiz bunu yapmıyor. Ne yazık ki bu vahşi hareketleri hayvanlarla sınırlı kalmıyor. Okulda da sürekli dışlanan ve küçük görülen Michael ilk katliyamına Halloween günü imzasını atıyor. Kız kardeşi, kızkardeşinin sevgilisi ve babasını vahşice öldüren Myres, gayet soğukkanlı bir şekilde evlerinin merdiveninde kucağında aslında içten içe çok sevdiği bebek kardeşi ile bulunur ve anında akıl hastanesine yatırılır. Hapisane şeklindeki hastane ne yazık ki bu psikopatı sadece 21 yaşına kadar tutabilir. Hastaneden kaçan Myres bu defa da küçük kız kardeşinin peşine düşer.

Peşin peşin belirtmekte fayda var. Eğer kan görmekten hoşlanmıyorsanız bu film hiç size göre değil. Bunun yanısıra bir çocuğun bir psikopata dönüşünü gösteren gerilimli bir film ve gerilim filmi sevenlere bir gece ışıkları kapatıp, popcorn ve içeceğinizle seyretmenizi öneririm. Halloween’ın orjinal dilindeki DVD’sini, Garbuşka’dan 200rubleye alabilirsiniz. İyi seyirler...

2 Temmuz 2008 Çarşamba

objektifimden yansıyanlar / Bir Başına

Tsaritsino parkı-30.09.2007


Malina çılgınlığı




Tamam, kabul ediyorum. Ben de bazen bu kart çılgınlığına kapılıyorum. Hatta cüzdanım kartların kalınlığından artık kapanmaz oldu ve yeni kartları nerelere sıkıştıracağımı bilemiyorum. Bu Moskova’da genel bir hastalık mı yoksa sadece biz Türk bayanlarında mı var bilemiyorum ama bazen çok işe yaradığını da itiraf etmem gerek. Keşke tek bir kart olsa ve tüm mağazalarda geçse diyorum bazen içimden, bizi şu kart taşıma zahmetinden kurtarsalar...



Önce Ramstore kartı ile başladık sanırım bu çılgınlığa ve ardı arkası kesilmedi. Hangi mağazaya girseniz, hangi kafeye otursanız garsonun ya da tezgahtarın ilk sorduğu şey “Kartınız var mı?”. Niye otomatik olarak fiyatları yüzde beş azaltmıyorsunuz ki? Hatta alnımıza bir çip yerleştirelim, biz buranın devamlı müşterisiyiz, buyrun okutun çipinizi alın indiriminizi...



Hani büyük mağazaları biraz olsun anlar gibiyim. Fena da olmuyor hani mesela Stockmann'daki yüzde beş indirim. Yaz gelmiş, çocukların kıyafetleri olmuş bir karış, daha Türkiye’ye de gitmeye zaman var. Ne yapacaksınız? Kartınızı kaptığınız gibi mağazalara koşacaksınız. Bin harcayıp dokuzyüz ödeyeceksiniz. Hiç fena değil düşününce. On üründen biri bedeva... ya da arkadaşlarınızla buluştunuz, oturdunuz bir restorana neden bahşişiniz bedavaya gelmesin? Benim cüzdanda bir yerlerde bir yüzde beşlik Starlite kartım olacaktı, hangi araya sıkıştırdım ki...
Ama işi abartanlar da yok değil. Mesela Kafe House’da indirim kartı yok, onun yerine bir türlü ne işe yaradığını hala anlayamadığım başka birşey var. Ama şekli çok güzel, cüzdanımda şık duruyor... karta para yüklüyorsunuz, ama aynı zamanda alışverişinizden de bonus yükleniyor, sonra canınınızın çektiği bir an harcıyorsunuz. Onunla kim uğraşacak? Ama Kafe House’ların flayerleri benim favorim. Bir zamanlar sokakta bile dağıtıyorlardı, artık mumla arasanız bulamıyorsunuz. Bir kahve alana ikincisi bedava...



Kafelerin, mağazaların kartları bir yana, asıl bir kart varki sormayın... herkes belli restoranlarda yer, belli mağazalardan alışveriş yapar oldu. Bazen ben bile sanki eşime baskı yapıyorum gibi geliyor bu konuda. “Malina” kartından bahsediyorum. Biz bayanlar bir araya gelince mutlaka şu malina olayı bir gündeme geliyor. “Sen ne aldın Malina’dan?” “Ekmek makinasını kaldırmışlar Malina’dan”... bedava sirke baldan tatlıdır... Hoş ne derece bedava oluyor bir düşünmek lazım. Bu kart belli mağazalarda ve restoranlarda geçiyor. Dikkat ediyorum da geçtiği yerler ekonomik açıdan hiç de ucuz yerler değil doğrusu... Ama kaptırdık bir kere... İşin ucunda bilnitsa var...
Yani hayatımızı kartlar yönetiyor. Canınız belki o gün Mc.Donalds’dan bol kalorili bir hamburger çekebilir ama olmaz... Malinanız orada geçmiyor, nasıl balans biriktirirsiniz sonra? Onun yerine yemeğe 7 katı para verip aslında canınızın hiç de istemediği pizzayı yemiş bulursunuz kendinizi... Ama bedava tencere alabilirsiniz artık ne mutlu size...



Mc. Donalds demişken... yakında onun da yüzde bilmem kaçlık indirim kartı çıkarsa hiç şaşırmayacağım doğrusu. Hoş Mc. Coffee’nin bilmem kaç tane ürün alınca bir bedava ürün kartı var ama hadi onu fasülyeden sayalım...